8 Aralık 2008 Pazartesi

Bayramınız Mübek Olsun...

Kurban Bayramınızı En İçten Dileklerimizle Kutlarız..

Nice Bayramlara İnş...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Başka Dua Bilmezmisin ?

Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!.. (Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saâdet. Rabbimiz cümlemizi, îmânımızın sesine kulak vererek sadâkat ve istikametten ayırmasın. Âmîn...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Hz.Yuşa

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilmiş olup Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni veya vekiliydi. İsmi Yûşâ olup, Hıristiyanlar Yeşû diyorlar. Yûsuf aleyhisselâmın neslinden gelen Nûn'un oğludur. Annesi Mûsâ aleyhisselâmın bacısıdır. Yûşâ aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dinin esaslarını insanlara tebliğ etti. Mısır'da doğan Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın husûsi talebesi, hâlis hizmet görücüsü ve en yakın dostlarındandı. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un zulmü üzerine Allahü teâlânın emriyle kendine inanan ve tâbi olanlarla birlikte Mısır'dan Tih sahrasına hicret ederken Yûşâ aleyhisselâm da onunla beraber bulundu. Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere çıktığı yolculukta onunla berâber bulundu. Mûsâ aleyhisselâm Hızır aleyhisselâmla karşılaşınca Yûşâ aleyhisselâm geriye döndü. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmın kavmine Arz-ı Mev'ûdu (Filistin ve Şam bölgesini) ihsân edeceğini bildirdi. Fakat isrâiloğulları o beldelerde zâlim ve zorba bir kavim olan Amâlikalıların bulunduğunu ileri sürerek gitmek istemediler. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma vahyedip: ''Ey Mûsâ! Ben burayı sizin için memleket ve yerleşme yeri olarak yazdım; takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan kim varsa onlarla harp et. Zirâ onlara karşı sizin yardımcınız benim. Kavminden her koldan bir temsilci (nakib) seç al. Onlar vefâkar ve itâatkar olsunlar.'' buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm her bir koldan iyi haber toplayan, sözünde sâdık ve vefâkar birer temsilci seçti. Bunları Eriha şehri ve ahâlisi hakkında bilgi toplamak için gönderdi. Aralarında Yûşâ bin Nûn'un da bulunduğu haber toplamakla vâzifeli kimseler Eriha'ya gittiler. O belde ahâlisinin iri cüsseli, çok kuvvetli ve kalabalık olduğunu görünce korktular. Geriye dönüp kavimlerine gördüklerini anlatarak onların harbe gitmelerine mâni oldular. Mûsâ aleyhisselâmın kavmi, gelen temsilcilerin anlattıklarını dinleyip harp etmekten vaz geçtiler. İçlerine korku düşüp, feryâda başladılar: ''Keşke Mısır'da ölseydik. Yâhut burada ölsek de, Allah bizi o zâlimlerin memleketine sokmasa, yoksa hanımlarımız, çocuklarımız ve mallarımız ganimet olarak kalacak.'' dediler. Temsilciler içinde bulunan, Allahü teâlânın kendilerinden ''İsmet ve tevfik'' ile haber verdiği Yûşâ bin Nûn ile Kâlib bin Yuknâ ise kavimlerine gelip, Eriha beldesi ahâlisinin kötü hallerinden bahsetmediler. Diğer kabilelerden o belde ahâlisi hakkındaki haberleri duyanlara ise korkulacak birşey olmadığını, Allahü teâlânın yardım ve inâyetiyle Eriha'nın fethedileceğini bildirip, Mûsâ aleyhisselâma yardımcı olmaya çalıştılar. Onlara dediler ki: 

Ey İsrâiloğulları! Cebbarların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen girin (onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın. Biz onları gidip gördük ve öğrendşk. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli fakat kalpleri zayıftır. Sizinle harp etmeye rûhi mentânetleri yoktur.) Bir defâ kapıdan girdiniz mi ( Allahü teâlânın vâd ettiği yardımın size gelmesiyle) elbette siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten inanan, Allahü teâlânın vâdini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahü teâlânın kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vâdine, Mûsâ aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanıyor, imân ediyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız. Onlardan korkmayınız. Size ilâhi yardımın geleceği husûsunda ve bütün her hâlinizde) Allahü teâlâya tevekkül ediniz. ( O'na itimad ediniz. Yanlız o'na güveniniz ve cihâddan geri durmayınız.) (Mâide sûresi: 23). Fakat İsrâiloğulları onların söylediklerine inanmadılar ve Mûsâ aleyhisselâmın nasihatlerine uymadılar. Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ aleyhisselâm taş ve sopalarla öldürmek istediler. İsrâiloğulları Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ'yı taşlayıp, Mûsâ aleyhisselâma karşı gelerek Allahü teâlâ isyân edince Mûsâ aleyhisselâm üzüldü. Allahü teâlâ isrâiloğullarını kırk sene müddetle Ary-ı Mev'ûd denilen bölgeye girmelerini haram kıldığını bildirdi. ''Biz harbe gitmeyiz'' diyerek isyân eden kimseler kırk sene müddetle Tih sahrasında şaşkın bir hâlde dolaştılar. Kırk sene içinde öldüler. Kırk senenin sonuna doğru Hârûn aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm vefât ederken yerine Yûşâ aleyhisselâmı halife bıraktı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâmı da İsrâiloğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâma karşı çıkıp; ''Biz harbe gitmeyiz'' diyen kimseler ölmüş, onların yerlerine oğulları ve torunları çoğalmıştı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâma isrâiloğullarını toplayıp Tşh sahrasından çıkarmasını ve Arz-ı Mev'ûd denilen bölgeye gidip cebbârlarla (zâlimlerle) harp etmesini emretti. Yûşâ aleyhisselâm İsrâiloğullarını toplayarak Eriha şehrini kuşattı. Kuşatma altı ay sürdü. Nihâyet bir cumâ günü akşam üzeri mûcizeler göstererek şehri fethetti. Yûşâ aleyhisselâm ve o'na inananlar Eriha'yı fethettikten sonra İlyâ (Eyliyâ) şehrini de aldılar. Bu şehrin Yûşâ aleyhisselâm tarafından fethedildiğini duyan çevre şehirlerin hükümdarlarından beşi bir araya gelip İsrâiloğullarıyla topluca savaşa girdiler. Sonunda hepsi de yenilerek hezimete uğradılar. 

Yûşâ aleyhisselâm Eriha ve İlyâ şehirlerini ve civârını fethettikten sonra Belka şehri üzerine yürüdü. Belka şehrini de fethedip, Belâk adındaki hükümdarını ve İsm-i A'zam duâsını bildiği halde Yûşâ aleyhisselâmın ordusuna karşı bedduâ etmeye teşebbüs eden, fakat ibret için dili göğsü üzerine sarkık kalan Bel'âm bin Bâûrâ'yı öldürdü. Bununla birlikte Belka şehride fethedilmiş oldu. Eriha, İlyâ ve Belka şehirlerinin fethedilmesinden sonra Arz-ı Mev'ûd diye bilinen Filistin ve Şam diyarı da peyderpey İsrâiloğullarının eline geçti. Fetihler yedi sene devâm edip Kudüs şehri de Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar tarafından fethedildi. Bu bölgedeki diğer şehirleri de fetheden Yûşâ aleyhisselâm batıda beş şehre gidip orayıda düşmanlardan aldı. Daha sonra Şam diyârına giderek orada yerleşmiş otuz bir hükümdarlığın beldelerini zaptetti. Putperest ve Allahü teâlâya isyân eden hükümdarları öldürtüp memleketlerini İsrâiloğulları arasında taksim etti. İsrâiloğullarını Arz-ı Mev'ûd'a yerleştiren Yûşâ aleyhisselâm, onlara Mûsâ aleyhisselâma nâzil olan Tevrât'ı okudu ve hükümlerini açıkladı. Onların Allahü teâlâya imân ve ibâdet üzere kalmalarına çalıştı. Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra yirmi yedi yıl insanlara Allahü teâlânın emirlerini bildirdi. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Yerine Kâlin bin Yuknâ'yı halife tâyin etti. Yüz yirmi yedi yaşında vefât etti. Kabrinin Nablûs veya Haleb yakınındaki Mearre şehrinde olduğu rivâyet edilir. Yûşâ aleyhisselâm İstanbul'a hiç gelmedi. Beykoz Tepesinde ziyâret edilmekte olan kabrin Yûşâ peygambere âit olduğu söyleniyorsa da târihi bilgilere uygun değildir. Bu bir veli veyâ havârilerden birine âit olabilir. Böyle ise yine kıymetlidir. Kabrin Yûşâ peygambere âit olup olmadığını kesin olarak söylemek uygun değildir. Yûşâ aleyhisselâm karayağız, orta boylu, güzel yüzlü, iri gözlü, yassı göğüslü bir görünüşe sahipti. Yüzünün güzelliği Yûsuf aleyhisselâma çok benzerdi. Cesûr, kahraman, yiğit, harp taktik ve tekniğinde mahâret sâhibiydi. Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât'ın hükümleriyle amel edip, insanlara tebliğ etmekle vazifelendirilmişti. Tefsir âlimleri Mâide sûresi 23. âyetinde bildirilen Allahü teâlâya imân edip, o'ndan korkanlardan iki kimseden birisinin ve Kehf sûresi 60- 65. âyetlerinde bildirilen Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere yolculuk ettiği sırada yanında bulunan gencin Yûşâ aleyhisselâm olduğunu belirtmiştir. 

MÛCİZELERİ: 

1- Yûşâ aleyhisselâm, Eriha'yı fethetmek üzere İsrâiloğullarını topladı. Yolculuk esnâsında Şeria (Ürdün) Nehrinin suları çok olduğu için geçemediler. Nehrin üzerinde köprü de yoktu. Yûşâ aleyhisselâm duâ edince Şeria Nehrinden bir yol açıldı. İsrâiloğulları o yoldan geçtikten sonra sular tekrar eskisi gibi akmaya devâm etti. 2- Bir şehrin fethi esnâsında kuşatma uzun sürmüştü. Bütün çalışmalara rağmen surlarda gedik açılmamıştı. Yûşâ aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlânın kudretiyle yer sarsılıp kalenin surları yıkıldı. Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar şehre girip fethettiler. 3-Yûşâ aleyhisselâm Kudüs şehrini fethetmek için muhâsara etti. Bir cumâ günü akşam üzeri güneş batarken, güneşin bir müddet daha batmaması için Allahü teâlâya yalvardı: ''Ey Allah'ım! Güneşi geri al!'' diye duâ etti. Allahü teâlânın emri ve takdiri ile batmak üzere olan güneş yükseldi. Bir müddet daha gündüz devâm edip Kudüs fethedildikten sonra battı. 

Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde bildirdiği hadis-i şerifte; ''Güneş hiçbir kimse için batmaktan alıkonulmaz. Ancak Beyt-i Mukaddesi fethetmek için gittiği gecelerden birinde Yûşâ aleyhisselâm için batmaktan alıkonuldu.'' buyuruldu.

Kadının Kocasından Kısas Hakkı

Ashâbın ileri gelenlerinden Medine’li Saad bin Rebi, Zeyd’in kızı Habibe ile evli idi. Habibe eşine itâatlı, sözüne saygılı idi. Fakat zaman zaman her âilede olabilecek sinirlilikler oluyor, Habibe beyinden yüksek sesle bağırıyordu. Ancak Saad bin Rebi, buna sabrediyor; şiddete kadar işi götürmüyordu. 
Ne var ki, Saad’ın bu sabrı Habibe’nin cesaretini arttırmıştı.

Bir defasında yine Habîbe, beyine yüksek perdeden bağırmış; onun sesini kendi sesi içinde boğmuştu. Beyinden üstün çıkan bir öfkeyle karşılık veriyordu.

Saad bin Rebi, hanımın cüretini bu defa sabırla karşılayamadı. Öfkeyle kaldırdığı eliyle bir tokat vurdu. Tokadı yüzünde şimşek çakmış gibi hisseden Habîbe, doğruca babası Zeyd’in evine yollandı. Ağlayarak şikâyette bulundu:

– Babacığım, Saad yüzüme öyle bir tokat vurdu ki, şimşek çaktı zannettim.

Baba Zeyd, kızına ne hak verdi, ne de damadını kötüledi.

– Ben bu hususta bir şey söyleyemem. Beyin seni tokatlayabilir mi, bunu da bilemem. Resûlüllah hayatta iken bize söz düşmez, gel seninle birlikte O’nun huzuruna gidelim, dedi.

Habibe babasıyla birlikte Hazret-i Resûlüllah’a gidip huzuruna girdiler.

Her kadında olduğu gibi Habibe de gözyaşları içinde yediği tokadın acısını duygusal bir dille anlattı, hakkının beyinden alınmasını istedi.

Resûlüllah Hazretleri üzülmüştü. Gözyaşları sürekli akan Habîbe’yi teselli eden kararını şöyle açıkladı:

– Sen merak etme, şimdi Saad’ı çağırırım. Sana vurduğu tokadın aynını sen de ona vurursun, böylece kısas yapmış, hakkını almış olursun.

Habibe buna çok sevindi. Kendine vurulan tokadın aynını kendi de kocasına vuracak, böylece kısas olup teselli bulacaktı. Habibe beyine tokat vurma hazırlığı içine girdiği bu sırada Resûlüllah Hazretlerine vahiy geldi. Vahiy, bu gibi ailevî mes’elelere âit ilâhî emirleri bildiriyordu. Resûlüllah Hazretleri Habibe ile babası Zeyd’e şöyle bir açıklama yaptı:

– Sizin mes’eleniz hakkında biz kısas murad ettik. Rabbimiz ile başka şey murâd etmiş. Hakikat şudur ki, hayır, Rabbimizin muradındadır.

Bundan sonra Resûlüllah Hazretleri, Rabbimizin muradı olan âyetin emrini açıkladı. Nisâ sûresindeki âyette meâlen şöyle buyruluyordu:

– Erkekler kadınlarına hâkimdirler. Evlerinin reisidirler. Haksız olmamak şartıyla onları îkaz etmeye, ailede geçimi sağlamaya selâhiyetlidirler. Yaratılışta farklı olan erkek, aynı zamanda hanımın nafakasını da te’mine mecburdur. Hanım evde kalır, bey çalışıp çabalayarak nafaka kazanır.

Bu âyetin gelmesi üzerine kısastan vazgeçen Efendimiz, Habibe’ye, beyine itâatlı olmasını, onu kızdıran hissi davranışlardan uzak kalmasını söyledi. Beyinin hanımının nafakasını te’mine mecbur olduğunu, ona karşı daha müsamahalı davranması gerektiğini hatırlattı.

Böylece âile içinde evin reisinin erkek olduğu, hanımın beyine itâat ve saygı ile sorumlu bulunduğu; beyin de hanımın ihtiyaçlarını karşılayıp, nafakasını getirmekle mükellef tutulduğu meydana çıkmış oldu.

Demek oluyor ki, hissîlikleri erkekten fazla olan hanımlar beylerine karşı saygılarını korumalılar. Beyin yaptığı harekete aynıyla karşılık vererek kısas yapar gibi bir ataklığa girmemeliler. Rabbimizin karı koca arasında kısası yasakladığını; hoşgörülü ve sabırlı geçimi esas aldığını bilmeliler.

Sırat Köprüsü

Sırat köprüsü 
Kuran'ı Kerimde Sırat Köprüsü diye bir olgu bir ayet yoktur. Kitabımıza göre cennetin yolu sırat köprüsü değil Sıratı Müstakîm dir. Sıratı Müstakim insan ruhunun dünya hayatı esnasında yani hala hayatta iken fizik bedeninden ayrılarak Allah'a doğru seyrü sulukunu yaptığı yolun adıdır.

Meryem suresi 71-72 ayetlerine göre bütün insanlar mutlaka önce cehenneme gideceklerdir. İndi ilâhideki mahşer meydanından cehenneme doğru herkes mutlaka gidecektir. Doğal olarak üzerinden düşülecek bir köprü yoktur.

Daha sonra cennete gidecek olanlar cehennemden çıkıp cennete gideceklerdir. Cenete gidecek olan bu müminler(takva sahipleri) mutlaka cennete gidecekleri için üzerinden düşülecek bir köprü gene bulunmamaktadır.

19 / MERYEM - 71 : Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür. 

19 / MERYEM - 72 : Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen). 
Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız


Tüm insanlar yani hem cennet ehli hem de cehennem ehli mutlaka önce cehenneme gidecektir. Cennete gidecek olanlara cehhennem neden gösteriliyor? Cennete vardıklarında Allah'a sonsuz hamd ve şükretsinler diye.

Cennet ehlinin kulaklarında vakra, gözlerinde hicabı mesture, kalplerinde ekinnet yoktur. Bu mühürler dünya hayatındayken Allah tarafından kaldırılmıştır (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve cennet ehli bu sayede cehhennem kapısından deyim yerinde ise uçarak geçer. Diğerleri ise burun yere sürtülerek kapının altından cehenneme girerler.

26 / ŞUARA - 94 : Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar



Sonuç olarak ölüm sonrası yaşamda üzerinden düşülecek bir köprü yoktur. Diğer yandan bu dünya hayatında iken kişi Ruhunu Sıratı Müstakiym üzerinde yükselterek Allah'a ulaştırdıktan sonra fıska düşerse bu bir düşüş olarak nitelendirilebilir.

30 Kasım 2008 Pazar

Bir Günahkarın Cenazesi

Bir Günahkârın Cenazesi


Malik ibn Dinar Hazretleri [ö.131/748] anlatıyor:

Basra’da küçük bir grubun bir cenazeyi taşıdığını gördüm. Cenazeyi uğurlayan başka kimse de yoktu. Neden cenazeye katılım olmadığını sordum. Dediler ki:

- Bu adam büyük günahkâr, asi ve ömrünü boşa harcamış biriydi.


Ben de cenazenin namazını kıldım ve kabrine indirdim. Sonra bir gölgeliğe çekildim. Uyuyakalmışım. Rüyamda iki meleğin gökten indiğini gördüm. Az önceki cenazenin kabrini açtılar. Biri onun yanına indi ve arkadaşına şöyle dedi:

- Onu cehennem halkından yaz. Bunda isyansız ve günahsız bir organ yok!

Dışarıdaki arkadaşı ona dedi ki:

- Ey kardeşim, onun hakkında acele karar verme! Gözlerini bir yokla.

- Gözlerini yokladım. İki gözünü de haram bakışlarla dopdolu gördüm.

Arkadaşı onun kulağını, dilini, ellerini ve ayaklarını yoklamasını söyledi. Şu cevabı aldı:

- Kulağını yokladım. Kötü ve çirkin şeyleri dinlemesiyle dolu gördüm. Dilini yokladım. Yasaklara dalması ve haramları dile getirmesiyle dolu olduğunu anladım. Ellerini kontrol ettim. İki elinin de haram olan lezzet ve nefsanî isteklerle dolu olduğunu farkettim. Ayaklarını da yokladım. Ayaklarını çirkinliklerde ve kötü işlerde yürümesiyle dopdolu buldum!

Diğeri dedi ki:

- Ey kardeşim, sen yine acele etme. Bir de ben onun yanına ineyim.

İkinci melek cenazenin yanına indi. Biraz bekleyip arkadaşına dedi ki:

- Ey kardeşim, ben bunun kalbini yokladım ve imanla dolu olduğunu öğrendim. Onu rahmete kavuşmuş bahtiyar kimse olarak yaz! Artık Allah’ın lütfu, onun günah ve hatalarını bütünüyle kuşatmaktadır.

Yafiî Hazretleri diyor ki: Ancak bu saadet, o kişi için Allah’ın yardımıyla hasıl olmuş demektir. Fakat bu saadet her günahkâr için ortaya çıkmaz. Böylesine de güvenip aldanma! Bütün günahkârlar, güçlerinin yettiği hususlarda tehlikeyle karşı karşıyadırlar. İtaatkâr kullar da kendileri için nasıl bir sonuç olacağını bilemezler. Yüce Allah’tan dünya ve ahirette güzel son ve bağışlanma, af ve afiyet dileriz.

Nafile Hac & Umreden Kiymetli Olan

Nafile hac ve umreden kıymetli olan 


Sual: Hacca gittim. Fakat tekrar nafile olarak gitmeyi düşünüyorum. Nafile hac ve umre mi daha sevap, yoksa fakirlere sadaka vermek mi?
CEVAP
Her ikisi de nafiledir. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Nafile, farzın yanında denizde damla bile değildir) buyuruyor. O halde farz olan bir ibadeti yapmaya çalışmalıdır. İbni Âbidin hazretleri, hac bahsinin sonunda buyuruyor ki:
(Yazı ve propaganda ile [Doğru yazılmış din kitabı vererek veya Medya ile] İslamiyet'e hizmet etmek, nafile hacdan ve umreden daha sevaptır. Böyle cihad hizmeti olmayan için, memleketinde fakir, muhtaç ve salihlere, seyyidlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yayanlara para yardımı etmek, nafile haclardan, cami, Kur'an kursu ve benzeri hizmetleri yapmaktan daha sevaptır.) 

Sual: Cami, Kur’an-ı kerim kursu ve benzeri İslam’a faydası olan işleri yapmak, nafile hac ve umreden daha mı sevaptır?
CEVAP
Evet. Nafile hac ve umre yaparken harcanan paralar, müslüman muhtaçlara veriliyorsa, nafile hac ve umre yapmak, kendi memleketinde sadaka vermekten daha efdal olur. Çünkü, hem mal ile, hem de beden ile ibadet yapılmaktadır. Ancak, Abdullah-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: 
(Hacda bir farzı veya vacibi özürsüz terk etmemeli veya haram, mekruh işlememeli. Aksi halde, nafile hac ve umre yapmak sevap değil günah olur.) [Makâmâti mazheriyye, m.26]

Kufre Giren Sozler

KÜFÜR : Şüphe cehalet ve inkar gibi şeylerden dolayı iman edilmesi gereken şeylere iman etmemektir. 3 çeşittir.

Cehli Küfür : Kafir ve cahillerin küfürüdür.

İnkari ve İnadi Küfür : Firavun gibilerin küfrü.

Hükmi Küfür : İman edilmesi gereken şeyleri tahfif etmekle meydana gelen küfür.



1- “Şer Allah’ın taktiri değildir ve herkes yaptığının failidir. “ diyenler küfürdedir. Zira hayrıda şerri de yaratan Allah’tır. Resulullah ( sav ) bu görüştekiler için ;

“ Onlar bu ümmetin Mecusileridir. Hastalarını ziyaret etmeyin öldüklerinde şehadet etmeyin onlar kader konusunda Allah’ın düşmanlarıdır.“ buyurur.Allah yanılır e pişman olur demek

3- Tenasühü ( reankarnasyon ) kabul eden 12 imamı masum kabul edenler küfürdedir.

4- Sahabenin bazılarını tekfir edenler ( hariciler gibi ) küfürdedir.

5- Allah ancak murad ve taktir ettiğinde bilir ondan önce bilemez demek

6- Allah görmez görülmez demek

7- Allah cisimdir demek ( cisim : uzunluk derinlik ve eni olan şeylere denir. )

8- Allah’ın sıfatları geçicidir baki değildir demek 

9- Allah’ın her işinde hikmet olmayabilir demek

10- Allah’ın şanına uygun olmayan birşey söylemek 

11- Allah görmez duymaz gibi Allah’ın basar semi gibi sıfatlarından herhangi birini inkar etmek 

12- Fiili kul yaratır demek 

13- Fiili Allah yarattığı için kula sorumluluk yoktur demek küfürdür söyleyen dinden çıkar. Çünkü kulun imtihan olması gerekir. Kul seçiminden sorumludur Allah da kulun seçtiğini yaratır.

14- Cennet yada cehennemi yada mizanı yada mahşeri inkar etmek

15- Abdestsiz namaz kılmak ( kasten ve bilerek ) küfürdür.

16- Tevbe etmeden ölen cehennemliktir diyenin küfründen korkulur.

17- Allah arştadır şuradadır buradadır demek sureti ile ona mekan tahsis etmek 

18- Allah yukardadır demek ( yukardan kasıt bizden üstündür yaratıcıdır ise sakınca olmaz )

19- Bilerek kıbleden terse veya necasetli elbise istihfaf ( alay ) için namaz kılmak 

20- Allah’tan gayrıya secde etmek

21- Allah ile oturulur konuşulur onun yanına çıkılır Allah bazı kimselere hulul eder demek

22- Kainat namütenahi diyenler

23- Allah’a eş çocuk doğmak ölmek nispet edenler

24- Allah’ın birliğini kabul etmeyenler

25- Yaratıcılığı Allah’a nispet etmemek tabiat yarattı demek

26- Allah bana şunu emretseydi yapmazdım demek.

27- Ehli kıbleyi günahından dolayı tekfir etmek

28- Müslümana kafir demek

29- İmanda şüphe etmek

30- İnşaallah müminim demek ( ölüm anında imanlı olmayı kastederse sorun yoktur )

31- Helali haram haramı helal kabul etmek 

32- Seni elimden Allah bile kurtaramaz demek

33- İmanda noksanlık olabilir demek ( nuru ve imanın kuvvetini kastederse olmaz )

34- Kafirlerin bayramını kutlamak

35- Kafirlerin ayinlerini hoş ve güzel görmek

36- Haramdan sevap ummak

37- Emri bil marufu inkar etmek

38- Kelimei küfrü işitip gülmek

39- İman mahluktur demek ( Cenabı Hakdan gelen hidayet mahluk değildir. )

40- Kurana mahluktur demek ( harf ve yazılan mürekkebi kastederse mahsur yoktur. ) 

41- Kurana çöl kanunu demek

42- Elfazı küfürü şaka ya da yalan olarak söylemek 

43- Nefsinin küfrüne razı olmak

44- Çağıran kimseye lebbeyk demek

45- Lüzumsuz yere papazların beline bağladığı zünnar denilen şeyi takmak

46- İnsan karşılamak için hayvan kesmek ( hayvan murdardır . ) 

47- Bir kimse ben cennet nimeti yiyorum hurilerle yatıyorum derse küfürdür dinden çıkar.

48- Allah’tan kork dense ve oda korkmam derse

49- Allah bu adamı unutmuştur derse ( hasta kişi için ) 

50- Allah yok olanı bilmez derse

51- Allah’ı rüyamda gördüm derse

52- Yapmadığı halde Allah şahit yaptım derse

53- Gaybı biliyorum derse

54- Bu adam hastalıktan ölür derse

55- Saksağan öttüğünde yolcu gelecek derse

56- Fala doğru derse kahini tasdik etse

57- Peygamberin mucizesini velinin kerametini inkar etse

58- “Eğer kıyamette Allah’ın hükmü varsa senden hakkımı alırım’’ derse

59- Allah herkes için iyidir ama bana kötülük etti derse

60- Falanca benim yanımda kafir gibidir derse

61- Allah’ın rahmetinden ümit kesmek

62- Allah’ın azabından emin olmak ( ben azaba uğramam demek )

63- Hadis okunurken “ben böyle sözleri çok işittim “demek

64- Seninle karşılaşmak azraille karşılaşmak gibi demek

65- Alimlerin ağzına küfretmek

66- Vaiz yada alim taklidi yapıp insanları güldürmek

67- Küçük günah işleyene “tevbe” et denince “ne yaptım ki tevbe edeyim’’ dese

68- Yemeğe küfretmek

69- Filan kişi benden daha kafirdir demek

70- Zalime adil demek

71- Peygamberlerden bir kısmına inanmak ayıplamak sünnetlerinden birini olsun beğenmemek

72- Peygambere sövmek

73- Ben resulüm demek

74- Peygamberin dediği doğruysa kurtulduk demek

75- Peygamber insan mıdır cinmidir demek

76- Peygamber kabağı severdi denildiğinde “ ben sevmem “ demek

77- “Azrail bu adamın canını yanlışlıkla aldı’’ demek

78- Tırnaklarını kes başını tıraş et sünnettir dense o da sünnette olsa kesmem dese

79- Hazreti Ayşe’ye kötü söz söylemek

80- Münkir nekir yada herhangi bir meleğe sövmek 

81- Ebubekir ve Ömer’in ( ra ) hilafetini kabul etmemek

82- Sahabeye küfretmek

83- Sensiz cennete girmem demek

84- Cennet istemem Allah’ı görmek istemem demek ( cenneti küçümsememeli)

85- Ezanı alaya alanlar

86- Herhangi bir ayeti inkar etmek

87- Kuran’la dalga geçen yada hor gören

88- Helal ye denildiğinde haram daha iyi ve daha tatlıdır demek

89- Livata ve zina helaldir demek

90- “ ey kafir “ denildiğinde “ efendim “ demek

91- Hileyle kazanılan parayı helalmiş gibi bereketli olsun demek

92- “Senden hakkımı kıyamette alacağım “ denildiğinde “biraz daha ver ikisini bir alırsın” demek

93- Kıyametten korkmam demek

94- İlim öğren denince ilim karın doyurmaz demek

95- Müslümana lanet senin müslümanlığına demek

96- Küfür kelimesini (dinden çıkaran kelimeyi) işitip gülmek

97- Kabir sualini ve azabını inkar etmek

98- Miracın Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya kadar olan kısmını inkar etmek

99- Evliya enbiyadan üstündür demek

100- Evliya belli makamdan sonra amel ve ibadete ihtiyaç duymaz demek

101- Hristiyan yahudiden iyidir demek ( yahudi hristiyandan şerlidir denilmelidir .)

102- Bir kimse sünnet ne işe yarar boşver demek

103- Şu adam peygamber olsa ona iman ederdim demek

104- Kuranı mescidi kabeyi hürmet gereken yerleri alaya almak

105- Kuranı müzikle okumak

106- Kurana şiir demek

107- Sayarken bir yerine bismillah iki üç diye saymak

108- Emretme veya izin vermek yerine bismillah demek ( oturayım mı diyene otur yerine bismillah demek gibi örneğin )

109- Namaz kıl denilince bekle ramazanda kılarım demek ( namazın farziyetini ramazana indirgemek )

110- Namaz kıl denilince sen kıldın da ne oldu demek

111- Ezan yada kuran okunurken ne bet şey demek

112- Ramazan geldiğinde yine ağır misafir geldi demek 

113- Küçümseyerek sabahçık namazını kıldım demek

114- Namaz bana farz değil demek

115- Sadece ramazanda kılıp 70 kat sevap var diğer aylarda kılma demek

116- Benim namazımı başkası kılıyor yada kıldı demek

117- Ramazan farz olmasaydı ne olurdu demek

118- Eline değnek alıp hoca taklidi çocukları dövmek

119- Bıyık kesmek sakal bırakmak çirkin şeylerdir demek

120- Şeriat ilminde tevhid ( birlik ) yoktur demek

121- Müspet ilim şeriat ilminden daha üstündür demek

122- Kafir cennetlikmi cehennemlik mi bilinmez demek

123- Alime fakihe yada veliye alimcik velicik gibi sözlerle hitap etmek 

124- “ sen müslüman değil misin? “ denildiğinde “ hayır “ demek

125- Müslümanın ağzına küfür etmek 

126- Filan müslüman kafir olarak ölsün kafir olsun demek ( kafire derse birşey olmaz )

127- Bir kimse müslümana “La ilahe illallah de” derde o da demesse (şu an demem derse bir şey olmaz)

128- Ben kafir olacağım diyen

129- Birisine küfür kelimesi tavsiye eden

130- Zalime fasıka “ Allah’ın kullarına zulmediyorsun “ dense o da “ iyi yapıyorum “ dese 

131- Mahşerde izdihamda beni nasıl bulacaksın dense kafir olur ve dinden çıkar.

Hz.İsa'nın Kavmine Gösterdiği MucizeLer

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı hikmeti Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı alacalıyı iznimle iyileştiriyordun (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları'na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları'nı senden geri püskürtmüştüm." (Maide Suresi 110)

İsrailoğulları'na elçi kılacak. (O İsrailoğulları'na şöyle diyecek "Gerçek şu ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur içine üfürürüm o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." (Al-i İmran Suresi 49)

Allah Nasil Misafir Edilir ?

Musa Aleyhisselâmın ümmeti: 
- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu: 
- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?» 
Musa Aleyhisselâm: 
«Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi. 
Allah (c.c.): 
«Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu. 
Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: 
«Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. 
Hz. Musa: 
- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi. 
Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi. 
İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip: 
- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu: 
- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah: 
- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah: 
- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu. 
Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.